37,9964$% 0.04
41,6971€% 0.53
48,6385£% 0.27
3.675,16%0,96
3.014,15%1,09
9.407,17%0,29
Kemalpaşa’nın dünya çapındaki en büyük tarihsel ve arkeolojik marka değeridir. Bilimsel literatüre girmiş bu eşsiz eseri bütün dünya tanımakta ve eserin önemini bilmektedir, Kemalpaşalılar hariç…
1840’lu yılların başlarında, Türklerin “Nif”, Rumların ise “Nimfayo” dediği tarihî şehrin sokaklarında Frenk kıyafetli birkaç ademin o zamanki adı Sovukpınar olan mahalde dolaştıkları ve çevreyi dikkatlice izlediklerine Nifli Türkler tanık oldu. Kafilenin başkanı olduğu her halinden anlaşılan, gür bıyıklı, beyaz gömlekli, alnının iki yanından saçları ara ara dökülmeye başlayan kısa kesilmiş kır saçları olan adam, etrafı diğerlerinden daha dikkatli izliyor; bir iki adım ilerledikten sonra illaki dakikalarca bakacak bir şeyler buluyor, özellikle taşlara çok yakından bakarak onlara fısıldıyormuş ya da onlarla konuşuyormuş gibi kendinden geçercesine bir hal aldıktan sonra çevresindekilere ve Fransızca bilen tercümana kendi dilinde hiç durmadan bir şeyler anlatıyordu.
Sovukpınar mahallesinde böylesi bir manzara sıradan değildi; o yüzden etraftan onları önce meraklı gözlerle cumbadan izleyen evlerin erkekleri, doğuştan gelen bir merak duygusu ve kendi mahallerinde olup bitene sadece seyirci kalmama endişesiyle bir bir sokağa inmeye, Frenk kafilenin etrafını meraklı ve misafirperver bir tavırla çevrelemeye başladılar.
Kafilenin başında bulunan gür bıyıklı kısa saçlı, orta boylu adam meraklı gözlerle sürekli çevresine bakıyor, kendi dilini hiç bilmeyen bir kalabalığa büyük bir heyecanla durmadan bir şeyler anlatıyor, ara ara tercümanının söze girmesini istediği halde daha tercüman ağzını bile açamadan heyecanla yeniden anlatmaya devam ediyordu. Çevresinde biriken Müslüman Türk kalabalık, bu her halinden önemli biri olduğu anlaşılan ama kendilerince gereksiz heyecan yapan yabancının bitmek bilmeyen uzun konuşmasından hiçbir şey anlamamakla beraber onun sadece sık sık “Kağabel” demesinden bir şey anlar gibi oluyorlardı.
Gür bıyıklı ve heyecanlı adam söylediklerinin kendisini dinleyenlerce hiç anlaşılmadığını fark ettiğinde tercümanıyla göz göze geldi. Bu, yalvarır bir bakıştı. Tercüman, orada bulunanlara kısaca her şeyi anlattı ama kısaca… Kafilesiyle gelen kişi önemli bir adamdı ve kendi dilince “Kağabel” diye bir yerde bulunan bir anıtı bilip bilmediklerini soruyor ve kendi dilince o zamanki Niflilerden yardımcı olmalarını istiyordu.
O gün Sovukpınar’da kendi dilinde “Kağabel” dediği yeri arayan önemli adama serinlemesi için Nif Dağı’ndan gelen buz ile sunulan hoşaf ikram etmek için mahallenin en yetkin adamının evine götürdüler… Baktı, baktı, baktı… Gözlerine inanamadı, tekrar baktı, evet bu gerçekti… Önünde inanılmaz değerde bir tarihî eser duruyordu ve gravürcüsü haftalarca, kör olurcasına çizeceği bir gravür çalışmasına başlamıştı bile… Gür bıyıklı ve herkesten daha çok konuşan adam “Kağabel Kağabel” derken, gündemi birdenbire değişmişti… Ressam, bir Bizans İmparatoru’na ait lahitin parçası olan bu taşın gravürünü yaparken gür bıyıklı adam birkaç Nifli ile birlikte Karabel Derbend’ine doğru yola çıkmıştı bile.
Gür bıyıklı adam o günü yıllar sonra Ravue Archeologque dergisine yazdığı yazısında şöyle anlatacaktı: “Pitoresk konumu ve kiraz ağaçlarıyla donanmış zengin vadileriyle İzmir’de zaten iyi bilinen Nif köyü, Herodot tarafından Sart’tan Efes’e giden yol üzerinde olduğu belirtilmiş olan ve köye bir fersah uzaklıkta bir vadi içindeki bir kayaya kazınmış, antik çağ tarihçilerinin, Prens Sesostris’e ait olduğu ve Prens’in kendi emri üzerine kazınmış olduğu konusunda fikir birliği içinde oldukları bir duvar kabartmasının varlığını bilim dünyasına duyurmamızdan sonra, artık antika meraklıları ve turistler için zorunlu bir ziyaret yeri haline gelmiştir.”
Bu satırları yazan kişi dünyaca ünlü Fransız mimar, arkeolog ve tarihçi Charles Texier’di, sözünü ettiği de büyük bir tarihsel değere sahip olan Herodot’un tarihinde bahsettiği Karabel’de bulunan kaya kabartmasıydı. Texier’in dediği gibi, bu kaya kabartması kendisi tarafından dünya bilim camiasına tanıtıldıktan sonra arkeoloji ve tarihle ilgili pek çok Avrupalı’nın mutlaka görmeye gittiği önemli bir ziyaret merkezi olmuştu.
***
Karabel Geçidi, Kemalpaşa’nın güney doğu yönünde, Kemalpaşa-Torbalı karayolu üzerinde bulunan sarp bir geçittir. Bu geçit, yol üzerinde bulunan köyleri ve Torbalı’yı Kemalpaşa’ya bağlayan ve coğrafî olarak, iki yanını oluşturan Nif ve Torbalı Ovaları’nı birbiriyle birleştiren, 450 metrelik râkımıyla da, dikkat çekici bir yüksekliğe sahiptir. Günümüzde her ne kadar mesire alanlarıyla tanınsa da tarihte, hava karardıktan sonra hiç kimsenin geçemediği hatta buradan geçmek yerine Nif-Kemalpaşa’nın sokaklarında uyumanın bile daha güvenli olduğu için tercih edildiğine ilişkin eşkıyalık hikâyelerinin anlatıldığı ve yöre halkınca daha çok bu yönüyle tanınan bir geçittir.
Karabel Geçidi, tarihî kayıtlarda “Kral yolu” olarak anılan güzergâh üzerindendeki nadir geçiş noktalarından biri olarak yer almaktadır. Bilindiği üzere Kral yolu, Anadolu coğrafyasına Pers İmparatorluğu’nun armağan ettiği bir kavramdır. M.Ö. VI. yüzyılın yarısından sonra hâkim olan Persler, bölgeye hâkim olduktan sonra burada kendi devlet anlayışlarına uygun bir idarî yapılanma içine girerler. Bu idarî yapılanmanın bir parçası olan Karal yolu, ana hatlarıyla krallıklarına bağlı tüm bölgelere ulaşmak amacı ile en uygun biçimde dizayn edilmiş, posta ve ticarrt güzergâhı olarak belirlenmiş yollardı.
Karabel Geçidi, sahip oldukları ve tarihsel süreçte oynadığı önemli rolden dolayı, bağlı bulunduğu Nif’ten bağımsız, hatta onu aşan bir üne sahipti. Çünkü coğrafî anlamda sarp bir geçit, ekonomik anlamda bir ticaret yolu, askerî anlamda stratejik bir sınır ve tahkimat noktası teşkil ediyordu. Bunun yanında, yakın zamana kadar, Ege Bölgesi’ndeki en önemli arkeolojik eserlerinden üçünü, bin yıllardır, gözden uzak bir yerlerde, koynunda saklıyordu.
İzmir şehir merkezine yaklaşık 40, Kemalpaşa’ya 6-7 kilometre uzaklıkta, Torbalı yolu üzerindeki geçidin tırmanma güzergâhı sırasında, sol yanda kalan yükseltide bulunan gizemli bir kaya kabartması vardır. Bu kaya kabartması, Ulucak’ta hâlâ yapılmakta olan kazı çalışmalarının tamamlanmadığı dikkate alınırsa, Kemalpaşa’nın tarihindeki şu ana kadar bilinen ve insan eliyle oluşan en eski izdir. Öyle ki M.Ö. 13’üncü yüzyıla ait, arkeolojik değeri yüksek olan Luwi savaşçı kabartması, Ege Bölgesi’nde Hititler’den kalma bilinen tek örnektir. Günümüzde Luwi Anıtı ya da Hitit-Karabel Anıtı olarak anılan bu gizemli kabartma, sahip olduğu arkeolojik ve tarihsel niteliği itibarıyla, dünya arkeoloji literatürüne girmiş, günümüzde sırları henüz tam olarak çözülememiş, Kemalpaşa bölgesinin en önemli eseridir.
Karabel’deki -muhakkak ki yörede yaşayan halkın varlığını çok eskiden beri bildiği- bu gizemli anıttan, ilk kez Herodot tarihinde, yakın zamanda ise Fransız gezgin Charles Texier, Türkçe’ye “Küçük Asya-Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi” olarak tercüme edilen eserinde söz eder. Charles (Felix-Marie) Texier, ilki 1833 ve ikincisi 1843 yılında olmak üzere Anadolu’da yıllarca süren seyahatlerinde incelemelerde bulunmuş, bu sırada Anadolu’nun çok büyük bir kısmını baştanbaşa gezip dolaşmış ve değişik bölgelerde arkeolojik kazılar yapmıştır. Anadolu coğrafyası ve arkeolojisi üzerine araştırmalarda bulunmuş ve bütün bu çalışmalarının sonuçlarını, dilimize “Küçük Asya-Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi” olarak tercüme edilen eserinde yayınlamıştır. Bilindiği gibi Charles Texier’in gezdiği ve hakkında izlenimlerini detaylı olarak aktardığı en önemli yerlerden biri de Nif’tir.
Texier, Nif coğrafyasından kısaca söz ettikten sonra Nif’e ilişkin notlarında en fazla üzerinde durduğu konu Karabel’deki bu Hitit anıtıdır: “Asya’nın eski eserlerini tanımak isteyen her gezgin için bu Nymphio şehrini ziyaret etme zorunluluğu, şehirden birkaç kilometre mesafedeki Karabel vadisinde bulunan bir kayanın içine kazınmış kabartma resimleri görmek isteğinden doğar. Burası 1839 yılında keşfedilmiş ve derhal ilim adamlarının dikkatini çekmiştir.”
“Bu eserin ilk meydana getirdiği etki, Beyrut civarında Nehru’l-Kelb vadisindeki kabartma Asur resimlerine benzemesidir. Bu resim, çok sert ve boz renkte kalker bir kayanın içinde, sel suyundan kırk metre yukarıya kazınmıştır.”
“Kapı şeklindedir ve üstünde saçak gibi çıkıntılı bir yüzey resmin çerçevesi görevini görür. Boyu iki metre elli santimetre ve aşağıdan genişliği iki metre elli, yukarıdan bir metre doksan santimetredir.”
“Resim, yandan görünen ve doğuya doğru bakan silahlı bir adam portresidir. Başında koni şeklinde bir külah vardır. Bunun ön tarafında, Mısırlılar’ın fesini andırır bir başlık takılıdır. Sol elinde bir mızrak ve sağ elinde bir yay tutar. Kemerine bir sagaye geçirilmiştir. Bütün elbisesi beline eğik bir şekilde kat kat sarılmış gibi duran bir gömlektir. Ayakkabıları Asya tarzında kıvrıktır. Bu eser tamamen düz değil, yani bazı yeri kalın ve bazı yeri ince ve modelsiz olarak yapılmıştır. Yağmurların yüzeyi üzerine devamlı etkisi, taşı ham ve pürüzlü bir duruma getirmiştir. Yüzün karşısında ve başın hizasında, bazı işaretler vardır. Bunların arasında bir kuş resmi ayırt edilir. Diğerleri hiyeroglife benzer işaretlerdir.”
“Bu eser, Sart’tan İzmir’e giden eski yol üzerindedir. Bu eski eseri ziyaret eden bütün ilim adamları, resmini görenler ve inceleyenler gibi, bu eserin Herodot tarafından şu şekilde tarif edilmiş olduğunda, genellikle görüş birliğine varırlar: ‘İyonya’da Sesostris’in taşa kazınmış iki resmi görülür. Bunların biri Efes’ten Foça’ya ve diğeri, Sart’tan İzmir’e giden yollar üzerindedir. Bunların her biri dört küsur arşın boyunda birer adam tasvir eder. Sağ elinde bir mızrak ve sol elinde bir yay tutar; geriye kalan elbisesiyle yarı Habeşistanlı, yarı Mısırlı kıyafeti sergiler. Bir omuzdan diğerine resmin göğsünde, Mısır harfleriyle resmedilmiş olan yazının anlamı şudur: ‘Bu kudretli omuzların bu memlekete sahip ettiği kişi benim.’ (Herodote, II. Kitap, s. 106)”
“Arşının yukarıda sözü edilen küsuru, yarım arşın kadar ettiğinden bu tarife göre, resmin, altı buçuk ayak boyu olacaktır. Bu ise tamamen Karabel’dekinin uzunluğudur. Şimdi yayın, kralın sağ elinde ve mızrağın sol elinde bulunması farkı var ise de resmin incelenmesiyle bu hatanın açıklanması çok kolaylaşır. Göğüsteki yazı artık görünmez olmuştur, zamanla silinmiş olmalıdır.”
Charles Texier’in kitabında söz ettiği anıt, yaklaşık elli yıl sonra İzmir’de bulunan Vital Cuinet’in gezi notlarına yansıdığı biçimiyle, aynı yüzyılın sonlarında Nif’i, yeniden Avrupa’nın en önemli arkeolojik keşiflerinden biri olarak cazibe merkezi haline getirir: “1839 yılında, kasaba yakınlarındaki bir kayanın üzerinde, söylendiğine göre Sesostris’i temsil eden bir alçak kabartmanın bulunmasından beri, Nif bilim dünyasında büyük ün kazanmıştır; en azından Alman bilim adamı Lepsius ve daha birçok arkeolog kabartmanın Sesostris’i temsil ettiğini düşünmektedir. Herodotos da yapıtında bu alçak kabartmadan söz eder.”
Karabel’de bulunan ve hiç şüphesiz bölgede yerleşik olarak yaşayan halkın çok eskiden beri varlığından haberdâr olduğu bu gizemli Anıt’tan, yerel kaynaklarda da söz edilmiş, hakkında çok kısa da olsa bilgiler verilmiştir. Hicrî 1300 (Miladî 1884-85) tarihli Aydın Vilayeti Salnâmesi’nde “âsâr-ı atîkeden olarak nefs-i Nif’e iki saat mesâfede Mahmut Dağı Karabel nâm mevkiin cânib-ı şarkîsinde cesîm ve heybetli taşdan mâmul bir Arab heykeli” bulunduğundan söz edilir.
Karabel’deki gizemli anıt üzerine en kapsamlı çalışma Alman arkeolog Hans Güterbock tarafından yapılmıştır. Bilge Umar’ın aktardığına göre Güterbock, değişik tarihlerde anıta/anıtlara gelerek bunları incelemiş ve bulgularını yayınlamıştır. Bilge Umar, “Lydia” adlı çalışmasında: “Bu kabartmaya, Hans Güterbock’a uyarak A anıtı diyelim. Bunun yakınında, vâdi tabanında, bir oyuk (niş) içinde duran A anıtına pek benzeyen ve onun gibi Luwi hiyeroglifiyle yazıtlı olan, ama hava olayları etkisiyle pek bozulmuş, aşınmış durum gösteren ikinci bir anıtın (yine Güterbock’un adlandırmasıyla, B anıtının) varlığı eskiden beri biliniyordu ve Herodotos, o yakınlarda ama başka bir yol üzerinde sandığı, ‘Mısır Firavunu Sesostris’in yapıtı’ (!) ikinci anıttan söz ederken, aslında bu B anıtı hakkında kendisine anlatılanları yanlış anlayarak aktarmaktaydı.” bilgisini veriyor.
Bilge Umar, sözünü ettiği Alman arkeolog Hans Güterbock’un, anıt ve kaya yazıtlarının korunması konusundaki, yıllar önceki uyarısını dikkat çekici bir biçimde naklediyor: “Güterbock, Karabel anıtları üzerine bilgi veren yazısını kaleme alırken, oradaki dar yolun ileride genişlemesi sırasında B ve C anıtlarının fark edilmemek nedeniyle zarar görebileceğini yazısında belirtmişti. Ancak uyarının, yararı olmadı; hiçbir zaman ‘Çalıştığımız yerde tarihsel kalıntı var mı?’ araştırması yapmak zahmetine katlanmayan kara yolcularımız, yolu genişletip asfaltlarken, B ve C anıtlarını yok ettiler.” Evet maalesef Karabel’de bulunan üç anıttan ikisi bilinçsizce yok edilir, geriye kalan tek eser ise Hitit Kaya Kabartması’dır. Bu nadide esere sahip çıkmak ve korumak her Kemalpaşalı’nın aslî görevi olmalıdır.
Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa, Karabel’deki Hitit Kaya Kabartması’nı 3 Mart 1930 Pazartesi günü ziyaret etmiş ve incelemiştir. Bu, Mustafa Kemal Paşa’nın 27 Şubat ile 5 Mart 1930 tarihleri arasında İzmir’e yaptığı on birinci gezi sırasında gerçekleşmiş olan bir incelemedir. Mustafa Kemal, 26 Şubat günü saat 18.00’da özel bir trenle Ankara’dan İzmir’e hareket etmiş ve 27 Şubat günü saat 22.00’da İzmir’e ulaşmıştır ve “gece geç vakit olmasına rağmen İzmir halkı tarafından her yerde hasret ve sevgi gösterileri yapılmıştır.”
Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 4 Mart 1930 tarihli Hilal-i Ahmer nüshasında yer alan “Gazi Hz. Kemalpaşa’da Hitit Eserlerini Tetkik Ettiler” başlıklı haberde “Reisicumhur Hz. bugün saat üçe kadar vakitlerini istirahatle geçirmişler, bilahare refakatlerinde meb’uslar olduğu halde Basmahane’ye kadar bir otomobil gezintisi yapmışlardır. Gazi Hz. buradan Halkapınar’a gelmişler ve İzmir sularının menbaını teşkil eden bu mahalli ve buradaki bahçeyi gezmişlerdir.
Reisicumhur Hz. Kemalpaşa’ya da gitmişler ve buradaki Hitit harabelerini tetkik buyurmuşlardır. Saat on altıda Osman Pş. camiinde metfun bulunan validelerinin kabrini ziyaretle bir çelenk vazetmişlerdir.” denilmektedir. Ancak gazetenin haberinde herhangi bir fotoğrafa yer verilmemiştir.
İzmir’de bulunduğu 3 ve 4 Mart günlerini tarih çalışmalarına ayıran Mustafa Kemal, bu süre zarfında İzmir ve Selçuk’taki tarihî alanlarla, daha önce yapılan kazılar ve tarihî eserlerle ilgilenmiş; Kemalpaşa kazasının Karabel mevkiinde yapılan kazıları ilgi çekici bulmuştur.
KEMALPAŞA YÖRÜKLERİ