38,2552$% 0.34
43,8333€% 0.15
51,0885£% 0.12
4.075,24%0,33
3.326,81%0,01
9.317,24%-0,84
Doğu Akdeniz şeridinden Batı Anadolu’ya ve Kuzey Batı Anadolu’ya uzanan coğrafî çizgide bulunan; Kahramanmaraş, Adana, Mersin, Antalya, Aydın, Muğla, İzmir, Manisa, Balıkesir ve Çanakkale illerinin belirli bölgelerinde yerleşik bulunan Tahtacılar’ın bir bölümü de İzmir Kemalpaşa’da yaşamaktadır. Aslında Tahtacılar, Kemalpaşa’nın en önemli değerlerinden, öz varlığını ve kimliğini korumuş bir kitledir… bahis siteleri
Tahtacılar’ın kökenine ilişkin, tarihçilerin ve antropologların, elde ettikleri bulgulara dayalı olarak birtakım öngörüleri var. Hun Ordusu’nun tahta ve ağaç gereksinimini karşılayan Ağaçerleri’ne kadar götüren görüşler yanında topluluğun Pers yani İranî kökenli olabileceğine ilişkin yaklaşımlar da mevcut. Ancak ikinci görüş; Tahtacılar’ın dil, kültür ve inançları göz önüne alındığında temelsiz bir yaklaşım. Çünkü Tahtacılar, tamamen öz hattâ arkaik (eski, unutulmuş) Türkçe konuşur ve kendilerini Türkmen ya da Türk olarak tanımlarlar.
Yakın zamanda yayınlanan arşiv belgelerine göre Aydın Eskihisar bölgesinde meskun bulunan “Cemaat-i Tahtacıyân / Tahtacılar Cemaati” adlı topluluk, Ayasuluk (Selçuk) Kalesi’nin yıllık ihtiyacı olan keresteleri kaleye getirmeleri halinde vergiden muaf tutulmuşlardır. Arşiv belgesinde Cemaat-i Tahtacıyân’ın bu görevi, Aydınoğulları Beyliği döneminden yani 1390’dan beri sürdürdükleri belirtilmektedir. Ancak, tahrir (nüfus ve mal kaydı) defterlerinde “Osman” ismi ve “Fâkih” yani “fıkıh / Şer’i Hukuk âlimi” unvanının yer alması, bu Cemaat’in bildiğimiz Tahtacılar’dan farklı olduğunu; sadece aralarında isim benzerliği olduğunu belirtebiliriz. Çünkü Tahtacılar, “Şer’î” değil “Örfî” hukuk anlayışını benimsemiş bir topluluktur.
Tahtacı topluluğunun tarihsel ve sosyolojik oluşumuna ilişkin en kabul gören yaklaşım, topluluk üyelerinin Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520) erişilmesi zor yükseklikteki dağ zirvelerine yerleştikleri üzerinedir. Bilindiği üzere Yavuz Selim Sultan ile Safevi Devleti’nin başında bulunan Şah İsmail arasında uzun yıllar süren bir egemenlik mücadelesi yaşanmıştır. Aslında her ikisi de Türk kökenli olan bu iki devlet tebaasından Safeviler, Alevî; Osmanlılar ise hem Sünnî hem de Alevî inancına sahiptir. Bu nedenle Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki çatışma hem bir egemenlik eksenli siyasi hem de inanç temelli Sünnîlik ve Alevîlik mücadelesidir. Osmanlı Devleti tebaası olan Alevi kitle, doğal olarak Şah İsmail’den yanadır. Bunun üzerine şifahî yani sözlü kaynaklara göre çok sayıda Alevî ve Şah İsmail yanlısı insan Yavuz Sultan Selim tarafından katledilmiştir. “Şifahî” dedim, çünkü bu yazılı kaynaklara ya da arşiv belgelerine dayalı bir bilgi değil.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında 23 Ağustos 1514 tarihinde Çaldıran Ovası’nda yapılan savaşta Osmanlı Ordusu’nun Safevi Ordusu’nu yenmesi üzerine Anadolu’da yerleşik Alevî kitleleri; öldürülme korkusuyla dağlara, dağların en yüksek kesimlerine, sarp ve ulaşılması zor ormanlık kesimlere kaçarlar. Nitekim Tahtacı topluluklarının Yavuz Sultan Selim hakkındaki olumsuz düşünceleri ve günümüzde bile dini ritüellerinde Hatayî yani Şah İsmail deyişlerini (Tahtacılar mersiye diye adlandırıyor) söylemeleri bu tarihsel sürecin topluluk üzerindeki etkisi nedeniyledir.
Dağların tarım yapılamayacak ormanlık bölgelerine yerleşen Türkmenler, buralarda inançlarını ve törelerini özgürce yaşayabildikleri yeni bir yaşam biçimi oluştururlar. Bu yaşama biçimi aslında Yörük ya da yarı göçebe yaşama biçiminden çok da farklı değildir. Nisan ayında dağın yüksek kesimlerinde, kış başlangıcında da dağın eteklerinde yerleşirler; varlıklarını ve yaşamlarını uzun yıllar bu şekilde sürdürürler. Yaşadıkları lokasyon nedeniyle aslında geçimlerini sağlayabilecekleri çok geniş bir iktisadî skalaya da sahip değillerdir. Dağlık ve ormanlık alanda yapılabilecek ve geçimlerini sağlayabilecekleri üç temel iş kolu vardır önlerinde: Ormancılık, arıcılık ve küçükbaş (keçi – koyun) hayvan yetiştiriciliği.
Çaldıran Savaşı’nın gerginliğinin ve etkisinin git gide azalmaya başladığı dönemlerde, işledikleri orman ürünlerini satmak ve farklı ihtiyaçlarını karşılamak için artık yerleşik hale gelen Yörük köy ya da kasaba pazarlarına inmeye başlayan Türkmenler, yaşadıkları yer nedeniyle önce “Obalı”, sattıkları orman ürünleri nedeniyle de “Tahtacı” olarak adlandırılmaya başlanır. Günümüzde de kullanılan “Tahtacı” adı ya da sıfatı, dağda yaşayan Türkmenler’e yerleşiklerin verdiği “yakıştırma” bir isimdir ve bu adlandırma, kendilerine o kadar yapışır ki dağda yaşayan Türkmenler, kendilerini tanımlamak için de bu adı kullanılmaya başlar. Kemalpaşa Çınar köyünden Mehri Işık ve Veli Işık’ın anlatımlarındaki “bizimkiler çıkmış dağın başına, bıçkı yapmış, dört tahta biçermiş, yüklermiş hayvanına, pazar yerine getirip satarmış. Üç beş ekmek alır gidermiş çocuklarına… Tahtaları yüklemiş gelmiş adam, gelince mesela komşuya sen haber ediyormuşsun ‘Tahtacı geldi’ … ‘Tahtacı geldi, Tahtacı’. O isim öyle kalır.” ifadesi, bu “Tahtacı” adlandırmasını birebir doğruluyor.
“Tahtacı” olarak adlandırılan topluluklar, ısınmak ve yemek, içmek gibi -günümüzde çok basit görünse de- yerleşik toplumun yakıt ihtiyaçlarının en önemli gereği olan ağaç ürünlerinin temel sağlayıcısı olmuşlardı. İnanca dayalı gerginliğin azaldığı dönemlerde Tahtacılar ile yerleşikler arasındaki ilişkilerin ticari boyutta artmasına rağmen kültür ve inanç noktasında artmadığı görülür. Zira Rıza Yetişen’in de vurguladığı biçimiyle Tahtacılar, “gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Öteden beri ananelerinden zerre dahi kaybetmek veya dışarıdan yeni bir şeyler almak feci bir hâl sayılır; öyle ki, yabancılardan kız alıp vermek ve hatta konuşmaktan bile çekinirlermiş. Yüzyıllar boyunca yalnız kendi aralarında ve kendi ananelerine uygun şekilde yaşarlar. Evlenmeleri hep aralarında olur… Bu nedenlerden ötürü ırkî safiyetlerini zamanımıza kadar korumuşlardır.”
Tahtacılar’ın kadim Türk dili ve kültürüne bağlılıkla yaşadıkları süreçte, onların “Ovalı” tabir ettikleri yerleşiklerin kısmen de olsa kendi dil ve kültürlerinden hatta konuştukları Öz Türkçe’den uzaklaştıkları, farklı kültürlerin etkisine girdikleri görülür. Yine Rıza Yetişen’in belirttiği gibi “Tahtacıların, millî gelenek, görenek ve dilimizi yüzyıllar boyunca, büyük bir kıskançlıkla (burada daha çok “koruyucu” anlamında RS) ve türlü baskılara rağmen, zamanımıza kadar koruyabilmiş olmaları dikkate değer durumdur. Yalnız ve yalnız Türkçe okuyup yazmışlar, dua ve nefeslerini Türkçe söylemişler ve daima saf bir Türk Lehçesi ile konuşmuşlardır.”
Bu noktada, Çaldıran Savaşı’nın iki tarafını oluşturan Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail aynı zamanda şair sultandırlar. “Selimî” ve “Hatâyî” mahlasları ile şiir yazarlar. Osmanlı Sultanı Yavuz’un,
“Şîrler pençe-i kahrımla olurken lerzân
Beni bir gözleri ahûya zebûn etti felek” dizelerini yazarken kullandığı 12 kelimeden “olurken, beni, bir, etti” kelimeleri dışındakiler Arapça ve Farsça’dır. Üstelik İran coğrafyasında yaşayan Hatâyî’nin fal usulü ile (rastgele bir sayfa açarak) seçtiğim
“Eğer bir garipten sual olursa
Şu ben nerde idim nerden gelirim?
Tok mu idim şu dünyada var idim
Ere hizmet ettim, pirden gelirim”
dörtlüğünde yer alan 23 kelimeden sadece “eğer, garip, sual, dünya, pir” sözcükleri dışında tamamı Türkçe’dir. Üstelik yabancı asıllı olmalarına rağmen bu kelimeler günümüzde de kullanılmaktadır. (Tam bu noktada, belirtmeliyim ki değerli dostlarım Metin Bilir ve Mefhar Kasap’ın katkılarıyla oluşturmaya başladığım(ız) “Kemalpaşa Tahtacıları Söz Varlığı” çalışmasında, çoğu arkaik Türkçeden gelen 146 kelimeyi kayıt altına aldık. Bunlara Mefhar’ın bana gönderdiği son kelimeler dâhil değil.)
Tahtacılar’ın Osmanlı döneminde 16. yüzyıldan sonra yaşadıkları sıkıntıların -hâlâ var olsa da- giderek azaldığını ve özellikle Türk kökenli iki halk kitlesinin birbiri ile kaynaşmasının da giderek arttığını vurgulamıştık. 19. ve 20. yüzyılda Tahtacılar toplumsal hayatta kısmen de olsa görünür olmaya başlarlar. Çünkü yerleşiklerin onlara olan ihtiyacı ile onların yerleşiklerin pazarlarına yönelik olan ihtiyaçları zaman içerisinde artar. Bu yakınlaşma Cumhuriyet dönemine kadar sınırlı ve mesafeli bir sosyolojik yakınlaşmadır; “Obalı” ve “Ovalı” arasında, aynı dili konuşmalarına rağmen, hâlâ mesafe vardır. Rıza Yetişen, “Cumhuriyet çağında ‘Tarikatların ilgası (kaldırılması RS) kanununa ve daha birçok devrimlere kolaylıkla uymuşlardır. Zaten onların kadınlı erkekli yaşamları, kaç-göç olmayışı, açık (tesettürsüz) giysileri, devrimlerin icaplarına (gereklerine RS) zaten uygundu; hatta yurdun her topluluğu eşit sosyal, şart ve haklara kavuşmuş oluyordu. Yüzyıllardan beri ikilikten çektikleri bunalımlar yok olmuş, sürüp giden karşılıklı hakaretler yürek üzüntüsünden kurtulmuş ve aydınlığa çıkılmış bulunuyorlardı.” ifadesini “yepyeni bir çağa girmişlerdi.” cümlesiyle tamamlıyor. Kendisi de bir Naldöken Tahtacısı olan değerli Rıza Yetişen’in bu cümlelerini, Tahtacı kimliğinin Cumhuriyet’e, Laiklik ve Atatürk’e ve günümüz Tahtacıları’nın bakış açısını yansıtması bakımından çok önemli.
Yakın zaman ve günümüzdeki Kemalpaşa Tahtacılar’ına yönelik özellikle vurgulayacağım en önemli noktalardan biri de Atatürk’e, Cumhuriyet’e bağlılıkları ve Laiklik konusundaki hassasiyetleridir.
Andrews’in “Türkiye’de Etnik Gruplar” adıyla Türkçe’ye çevrilen kitabına göre 1968’de Türkiye’de 20 bin hanede 100 bin nüfusa sahip oldukları bilgisi yer alıyor. Kaba bir hesaplamayla günümüzde bu sayının 350 bin ile 400 bin arasında olduğu söylenebilir. Kemalpaşa’da ise, edindiğim şifahî bilgilere dayalı olarak, günümüzde tahminen 5 bin ile 7 bin arasında bir Tahtacı nüfusunun olduğunu söyleyebiliriz.
Tahtacılar, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde geleneksel yarı göçebe yaşama ve ormancılık temelli üretim biçimlerinden kopmaya ve yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Kemalpaşa Tahtacıları için de bu süreç yaşanmış, ormanlık alanlardan köy ve mahalle yerleşimlerine yönelmişlerdir. Günümüzde Tahtacılar Kemalpaşa’da Soğukpınar, Çınar, Yukarı Kızılca ve Aşağı Kızılca’da yaşarlar. Ancak bu sayılan yerlerdeki tüm yaşayanlar Tahtacı değildir; kısmen Tahtacı olan bu yerleşimlerde Sünnî ve Alevî inancına sahip yerleşikler olduğu gibi farklı il, ilçe, mahalle ya da köylerde yaşayan Tahtacılar da mevcuttur.
KOSBİ MTAL ÖĞRENCİLERİ ROBOTLARINA KAVUŞTU