DOLAR

38,2552$% 0.34

EURO

43,8333% 0.15

STERLİN

51,0885£% 0.12

GRAM ALTIN

4.075,24%0,33

ONS

3.326,81%0,01

BİST100

9.317,24%-0,84

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI AZ BULUTLU 12°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

KEMALPAŞA’DAKİ “BOSNA HERSEK” – I

ad826x90

Rahim SAĞ yazdı…

ad826x90

Kaybedilmiş Osmanlı topraklarından yurdumuza değişik tarihlerde ve değişik nedenlerle göç eden / göç etmek zorunda kalan Bosna Hersekli yurttaşlarımız olan “Boşnaklar”, Kemalpaşa’da daha çok Halilbeyli, kısmen Gökçeyurt ve Kemalpaşa merkezde ikâmet etmektedirler. Öte yandan Boşnaklar ve Boşnak varlığı Kemalpaşa’nın en önemli kültürel, etnografik ve tarihsel zenginliklerindendir…

Halilbeyli, Kemalpaşa’nın en uzak mahallelerinden biri; uzak dememden maksat Kemalpaşa ile Turgutlu arasında olmasına rağmen Turgutlu’ya daha yakın bir konumda bulunması. Bu coğrafî konumu, açıkçası Halilbeyli’yi “arada” bırakmış görünüyor.  Oysa Halilbeyli, Kemalpaşa’nın hem ekonomik hem kültürel varlığına katkı yapacak zenginlikleri ve vazgeçilmez pek çok değeri barındırıyor. Bunları madde madde yazacağım ama önce tarihsel sürece bakmamız gerekiyor.

Osmanlı Devleti’nin 1463’te önce Bosna’yı sonra da 1483’te Hersek’i alması ile Bosna Hersek olarak anılan bölge tamamen Türk egemenliği altına giriyor. Aradaki zaman dilimine ve II. Mehmet (Fâtih Sultan)  ile II. Beyazıt dönemine denk gelecek bir sürece yayılmasına rağmen Bosna Hersek halkının inanış bakımından kendilerini Katolik ve Ortodoks Hristiyanlardan farklı konumlandırmaları, Müslüman kimliğe daha yakın hissetmesine ve İslam inancının bu bölgede hızla yayılmasına yol açıyor. Bu, Osmanlı topraklarının kaybedilmesinden sonra Boşnakların, göç nedeniyle öncelikle Türkiye’yi tercih etmelerinin de ilk nedeni aslında.

İşin özüne bakılırsa Osmanlı Devleti, sadece “toprak” kaybetmiyor Bosna Hersek’te… Bu bölgede bulunan ciddî bir kültür mirasını, edebî ve ilmî birikimini de kaybediyor. Çok da ayrıntıya girmeden konuyu özetlemem gerekirse Bosna Hersek kökenli insan varlığı Osmanlı Devleti’nin kültüre, bilimsel ve edebî kimliğinin de aynı zamanda kaynağı durumunda. Sadece bir fikir vermesi açısından küçük bir ayrıntı ile anlatmaya çalışacağım.

ad826x90

Âşık Çelebi, Türk Edebiyatı’na kaynaklık eden önemli bir tezkire yazarıdır, Miladî tarihle 1520’de doğmuş ve kendi bilgilerine dayalı olarak bir tezkire yazmıştır: Bu arada “tezkire” divan şairlerinin, din ve tarikat büyüklerinin hayatlarını anlatan biyografik kitaplardır. Âşık Çelebi tezkiresinde “Priziren’de oğlan doğsa adından akdem (önce) mahlas korlar. Yenice’de doğan oğlan papa (baba) diyecek vakit Farisî (Farsça) söyler; Priştina’de oğlan doğsa diviti belinde doğar derler.”

***

Osmanlı Devleti’nin siyasî ve askerî alanda ciddî güç kaybettiği, bölgede büyük ölçüde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun egemenlik alanının Bosna-Hersek’e kadar uzandığı dönemde ilk Boşnak göçü 19. yüzyıl ortalarında yani 1850’li yıllarda başlar. Toprakları Hristiyan bir devlet tarafından işgal edilen Bosna Hersekliler, kimliklerini “Müslüman Milleti” kendi tabirleriyle “İslamski Millet” olarak tanımladıkları için kendilerini huzurlu / güvenli hissetmedikleri “öz” vatanlarından yeni yurt saydıkları Anadolu’ya göçe başlarlar; bu, öncelikle güvensizlik sonra da inanç bağlılığına dayalı “bilinçli” ve “tercihli” bir göçtür. Halilbeyli ile Turgutlu arasında yer alan ve Boşnak Tepe olarak adlandırılan bölge bu göçün ilk yerleşim alanıdır.

Güvenlik endişesi içinde olan Bosna Hersekli Müslümanlar, kendileri için huzurlu bir yerleşim lokasyonu ve buna paralel olarak bir de göç rotası hazırlarlar. Bu rota, karayolu ile Hırvatistan üzerinden gidilen Adriyatik Denizi’ne limanı bulunan Dubrovnik’tir. Acıdan, zulümden, can korkusundan kaçan Boşnaklar için Dubrovnik Limanı son çıkış, umut ve kurtuluş kapısıdır. Bosnalı Müslümanların en büyük endişesi kendilerini çok daha güvende hissedecekleri bir Türk kıyısına ulaşamamaktır.

ad826x90

Boşnak göçmenleri taşıyan iki gemi Dubrovnik Limanı’ndan dualarla yola çıkar. Bu iki gemi Türkiye istikametinde ilerlerken gemilerden biri arızalandığı için mecburen Arnavutluk’taki Draç Limanı’na demirler. Personelin gemiyi tamir çalışmaları nedeniyle yolcu Boşnaklar gemiden inerler ancak gemi tamiri artık ne kadar uzun sürdüyse yolcular kendilerine bu bölgede, Arnavutluk’ta yeni iki özerk yerleşim alanı kurarlar…

Boşnakların ikinci ve en büyük göçü ise Osmanlı tarihinde “93 Harbi” olarak anılan (Milâdî 1876-77)  ve büyük ölçüde Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u bile Yeşilköy’e kadar kaybettiğimiz süreçte yaşanır. Bu aslında tam bir felâkettir; ama bu çok üzücü süreç Boşnaklar için ilerleyen yıllarda artarak devam eder. Boşnakların, Berlin Antlaşması’ndan (1878) sonra başlayan ve adına “78 Göçü” dedikleri muhacirlikleri de bu sürecin sonucudur ve Osmanlı Devleti’nin gücünü savaşlarla kaybettiği her geçen felaket senesi yeni göçlere neden olur.

Osmanlı Devleti egemen olduğu topraklarda gücünü yitirmiş ve mecburen Üsküp, Manastır ve en son 1911’de de Selanik’ten çekilmek zorunda kalmıştır.  Selanik ki, son çatışma noktasıdır; yani “Selanik” aslında İzmir’dir…

***

Bosna Hersekli Müslümanlar için acı süreç ne yazık ki bitmemiştir. 1990’lı yıllar, bizim “Srebrenica Katliamı” olarak andığımız ve Avrupa’nın tam ortasında Sırplar’ın Boşnakları katlettiği süreci Türk kamuoyu İslamcı ya da Milliyetçi kimliğe sahip kimseler söz konusu etmezken ilk dile getiren o dönem pek etkinliği bile olmayan -sadece- bir siyasi partinin lideri olan Bülent Ecevit olmuştu ve açık açık “Bosna Hersek’te büyük bir soykırım yaşanıyor.” dedi.  

1990’lı yıllarda Sırpların Boşnaklara uyguladığı soykırım sadece Türk kamuoyunun değil dünya kamuoyunun da gündemine de girdiğinde “uygar” Avrupa bu duruma sessiz kal(a)madı. Çünkü Avrupa’da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tanık olunan en büyük ve en trajik katliam Bosna Hersek’te yaşayan Boşnakların yaşadığı soykırımdı.

Avrupa’nın uygar kimliğine uygun olarak Boşnak ve Sırp tarafları görüşmeye çağırıldı; ve bu süreçte taraflar kendi görüşlerini hukuksal bir dille ifade etti. Taraflar, Hristiyan inanca sahip Sırplar ile İslam inancına sahip Boşnaklar’dı.  Aslında bu görüşmeyi asıl çözümsüz kılan da Boşnakların Müslüman kimliğe sahip olmasıydı. (Oradaymış gibi yazıyorum ama bunlar açık kaynaklarda yer alıyor.) Görüşmelerin ilerlediği süreçte, Boşnakların haklarını, katliama uğradığını savunan kişi Aliya İzzetbegoviç’ti, Boşnakların efsanevî lideri. Aliya İzzetbegoviç’in artık görüşmelerin hiçbir sonuca ulaşamayacağına inandığı bir noktada birden ayağa kalkarak Boşnakların uğradığı zulmü anlatamamamın çaresizliğiyle “Ben -artık- İstanbul’a gidiyorum!”  diyerek salonu terk ettiği bilinir. Çünkü Osmanlı’nın güçlü egemenlik dönemlerinde “İstanbul’a gitmek”, “gitmek durumunda” kalmak müzakerenin seyri için en büyük diplomatik hamle sayılırdı.

Aliya İzzetbegoviç için Boşnakların uğradığı katliam ve soykırıma ilişkin son çare Osmanlı Devleti’nin başkentine gitmekti; çünkü İstanbul (Osmanlı Devleti’nin başkenti) ve aslında adaletin sağlandığına inanılan tek yerdi.  Aliya İzzetbegoviç, bu sert jesti yaparak mazlum Boşnakları Sırpların zulmünden kurtaracağına inanıyordu. 1990’lı yıllarda bile Osmanlı erkinin ve başkentinin adaleti tesis eden güç olduğu imajı-ikonu belli ki hâlâ vardır.

Böyle bir yazı yazacağımı hiç söylemeden (önce) Halilbeyli’de yıllardır sohbet ettiğim ve orada ikâmet eden Mustafa Amca’ya (Celep) gittim. Her zamanki ya da yakın zamanki gibi konusu yine Bosna Hersek idi…  Mustafa Celep, benim onu hiç tanıdığım zamanda da Bosna Hersek’te, bu gün de Bosna Hersek’te yaşayan; yani özetle Bosna Hersek ile 24 saat yaşayan biri… Ama bu çabalarını asla basite indirgememek gerek: “Türkiye’de Bosna Hersekli kim var denilince akla ilk gelen isimlerden biri de Mustafa Celep. Bir insanın, üzerinde ısrarla vurgulandığı bir “yaşam biçimi ya da amacı” olması, bence “onur verici.” Hattâ onurlu “kişisel” bir duruşu olduğunu çok net gösteriyor…

Mustafa Celep, o gün, benim ilk kez duyduğum bir şey söyledi: “Parsalılar (Bağyurdulular)  bizi küçümsüyorlardı, bize ‘Gavur’ diyorlardı.” dedi. Bunu bana gülerek anlatıyordu ama yüzünde, içindeki eski bir ağır yarasını, bir tıp doktoruna “artık geçti” diye gösteren bir hastanın buruk gülümsemesi vardı. Aklıma ilk gelen Mustafa Kemal Paşa’nın “Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın millî hatıralarıdır.” sözü oldu. Aslında Gazi Paşa’nın bu sözü bu kadar kısa değildi. Tam olarak şuydu: “Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler; çekilen ordunun ric’ât (geri dönüş RS.) hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir… Muhacirler kaybedilmiş topraklarımızın millî hatıralarıdır.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözleri içerisinde altını özellikle çizmek istediğim bir ayrıntı var. Bu, “tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler.” ifadesidir. Tam bu noktada “Grebolar” ve “Grebo” Hamza’yı hatırlamamak olmaz. Bosna Hersek’in Grebo köyünden Turgutlu’ya ailesiyle göç eden Hamza geniş bir ailenin çocuğudur. Balkan Harbi’den sonra ilk Dünya Savaşı’nın Çanakkale muharebelerine katılmış, arkasından Sina ve Kafkasya cephelerinde savaşmış, burada Ruslar’a esir düşmüştür. Uzun ve çileli bir yolculuktan sonra Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından da yeni memleketi Turgurlu’ya döner. Ailesiyle henüz özlemini bile gideremeden, İzmir’in Yunan işgaline uğradığı haberlerini duyar. Bundan sonrasını “Millî Mücadele Döneminde Turgutlu” başlıklı kitaptan takip edelim: “İzmir’in işgali, ailede bir taraftan büyük üzüntü yaratır; diğer taraftan da aile bireylerine her ihtimale hazırlıklı olma gereğini düşündürür. Geniş bir aile olan Grebolar, her durumu göze alarak ellerindeki silah ve mühimmatı bezlere, brandalara sararak toprağın altına gömerler. Turgutlu’ya göç etmeden önce de Bosna Hersek’te benzeri bir felaket yaşamış oldukları için, işgal sürecinde neler yaşanacağını tahmin ettiklerinden dolayı bu önlemi alma gereği duymuşlardır…”

“Büyük Taarruz’un ardından Yunan kuvvetlerinin şehirleri, köyleri yakmaya başladığı haberleri, kısa sürede Turgutlu’ya da ulaşmıştır. Turgutlu’da da yangınların başlatılacağı yönündeki söylentiler, ağızdan ağıza yayılmaktadır. İşte o günlerde Hamza Çavuş’un liderliğindeki Grebolar, en azından yaşadıkları bölge olan Hacı Zeynel Camii çevresindeki Küllük olarak adlandırılan bölgeyi, yaşanması muhtemel olan bu felaketten kurtarmaya, kurtaramayacak olsalar bile en azından silahlı olarak direnmeye, Yunan askeriyle çarpışmaya karar verirler. Bu amaç için de önceden gömerek sakladıkları silahlarını yerinden çıkarıp kullanıma hazır hale getirirler. Hamza Çavuş’un önderliğinde kurulan bu milis müfrezesine bölgede ikamet eden Bosna Hersek kökenli aileler de dâhil olmuşlar ve böylelikle 12-13 kişiden oluşan, bir manga şeklinde nitelendirilebilecek olan silahlı bir milis direniş ekibi ortaya çıkmıştır…”

“Sonrasında da Hacı Zeynel Camii’nin çok yakınında bulunan Tabakhane Hamamı’nın üzerine ve çevresine mevzilenerek bölgeye girmeye çalışan Yunan birliklerini püskürtürler. Yaşanan müsademede çok sayıda Yunan askeri öldürülür ancak Grebolar’dan herhangi bir kayıp yaşanmamıştır.” Vatan kaybetmenin ne olduğunu çok iyi bilen ve bu yüzden tedbiri elden bırakmayan Bosna Hersekli Grebolar sayesinde Turgutlu daha büyük bir felaketten kurtulmuştur olur.

***

1850’li yıllardan başlayarak ve artarak 1878, 1911-1912 ve 1990’lı yıllara kadar uzanan Bosna Hersekli Müslümanların göçleri ve yerleşimleri başta Batı Anadolu ile Trakya Bölgesi olmak üzere hemen hemen Türkiye’nin çoğu bölgesine yayılmış durumdadır. Türkiye’de özellikle Adapazarı, İzmir, Manisa’da toplu olarak yaşayanların yanı sıra diğer illerde de ikamet eden çok sayıda Bosna Hersekli muhacir bulunmaktadır. Ancak nüfusları hakkında net bir rakam yoktur. 1965 yılı nüfus sayımına göre ana dili Boşnakça olan vatandaşların toplam sayısı 17.627’dir. Boşnakça’yı ikinci dilleri olarak belirtenler ise 37.237 kişi. Bu verilerden Boşnak nüfus hakkında çok net verilere ulaşabilmek çok da mümkün değil ne yazık ki… (İnternette dolaşan sayıları güvenilir bulmadığım ve dikkate almadığım için o verileri aktarmıyorum) Öte yandan Kemalpaşa’da mevcut Bosna Hersek göçmeninin günümüzdeki nüfusu için 3.000 rakamını telaffuz edebilirim.

Bosna Hersek’in Kemalpaşalı sakinleri; Halilbeyli, Gökçeyurt, kısmen Bağyurdu ve Armutlu ile Kemalpaşa merkezde ikamet etmektedirler. Ancak “Kemalpaşa’daki Bosna Hersek” deyince ilk akla gelen yerleşim Halilbeyli’dir.

Günümüzde Halilbeyli, yaklaşık 1.800 kişilik bir nüfusu barındırıyor. Bir ova üzerine kurulmuş olan Halilbeyli, asıl Bosna Hersek bölge coğrafyasına göre şaşırtıcı. Örneğin Pomak göçmenlerin eski yurtlarındaki gibi dağlık bölgeleri tercih etmelerine rağmen Bosna Hersek’in “dağlık” coğrafyasından -belki de- bıkmış olan Bosna Hersekliler, önce Boşnak Tepesi’ne yerleşmiş oldukları halde sonradan yerleşmek için bir ovayı tercih etmişler. Benim “kontras” etkisine bağladığım bu durumu Halilbeyli sakinleri de neredeyse farklı kelimelerle onaylıyor ve farklı biçimlerde ifade ediyorlar.

KAYNAKLARIM:  Mehmet GÖKYAYLA – Rabia AKGÜVENÇ – Hasancan ERALACA, Millî Mücadele Döneminde Turgutlu, Turgutlu Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara 2021; Aydın BABUNA,  Bir Ulusun Doğuşu – Geçmişten Günümüze Boşnaklar, Çev: Hayati Torun,  Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2012; Prof. Dr. Ahmet BURAN, Berna YÜKSEL ÇAK, Türkiye’de Diller ve Etnik Gruplar, Akçağ, Ankara2019; Nedim İPEK, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Ankara 1994.

ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

KIRMIZI SAÇLI KADINLARIN ANISINA

HIZLI YORUM YAP