DOLAR

38,7729$% -0.01

EURO

43,2497% 0.48

STERLİN

51,3718£% 0.39

GRAM ALTIN

4.037,89%0,08

ONS

3.243,52%0,23

BİST100

9.732,69%-0,15

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI AZ BULUTLU 15°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

ATATÜRK VE KEMALPAŞA

ad826x90

Rahim Sağ yazdı…Atatürk ve Kemalpaşa…

ad826x90

Gazi Mustafa Kemal Atatürk açısından Nif/Kemalpaşa’nın büyük önemi vardır. Bunu, en net olarak Kemalpaşa’ya 12 Ekim 1925 tarihindeki gezi sırasında Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada söylediği sözlerde görmek mümkündür: “Bütün hayatımda sevinçle geçirdiğim bir gece vardır. O gece, ordumuzun İzmir’e girdiği günün burada geçirdiğim gecesidir. O vakit buradan geçerken bu muhterem halkın gördüğü zulüm ve teâddîye rağmen resmimi koyunlarından çıkararak beni tanıdıklarını ve otomobilime atılarak kucakladıklarını unutamam. Bugün o hatırayı yaşıyorum, bahtiyârım.” Atatürk; 9 Eylül 1922, 12 Ekim 1925 ve 30 Ocak 1931 tarihlerinde olmak üzere üç kez Kemalpaşa’ya gelmiştir.

9 Eylül 1922”

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın o zamanki adı henüz Nif olan Kemalpaşa’ya ilk gelişi aynı zamanda Türk Tarihi ve Kurtuluş Savaşı’mız açısından da çok önemli bir tarihte gerçekleşmiştir: 9 Eylül 1922. Bu tarih aynı zamanda muzaffer Türk Ordusu’nun, ülkesini işgal eden Yunanlılardan kurtardığı, son Yunan birliklerini İzmir’den kaçmak zorunda bıraktığı tarihtir. Bu tarih aynı zamanda İzmir’in kurtulduğu ve Milli Mücadele’nin zaferle sonlandırıldığı tarihtir. İşte Gazi Mustafa Kemal Paşa, yukarıda sözünü ettiği gece Türk tarihi açısından böylesine önemli tarihtir ve o geceyi Mustafa Kemal Paşa Nif’te yani Kemalpaşa’da geçirmiştir. Öte yandan Nif’te yaşayanlar, o gecenin hatırası ve kurtarıcılarının aziz hatırasına saygı olarak yaşadıkları yerin adını “Kemalpaşa” olarak değiştirmişlerdir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 9 Eylül 1922 tarihinde Nif’e gelmesi ve geceyi Nif’te geçirmesi bir tesadüf değil; günlerce önceden yapılan bir planın gereği olarak gerçekleşmiştir. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde, Mustafa Kemal Paşa ve Genel Kurmay Heyeti, 28 Ağustos 1922 günü akşam saatlerinde Afyonkarahisar’daki karargâha ulaşırlar.

Her şey, o akşam saatlerinde Afyonkarahisar’da bulunan karargâha “Çok Gizli” kodlu bir telgrafın gelişiyle başlar. Telgraf, İzmir’de bulunan yabancı ülkelerin konsoloslarından gelmektedir. Konsoloslar, İzmir’i işgal altında bulunduran Yunanlı yöneticilerinden habersiz, gizlice toplanır ve kendi uyruğundaki yurttaşlarını Türk Ordu Birlikleri’nin İzmir’e ulaşması halindeki ve sonrasındaki oluşabilecek muhtemel durumları aralarında değerlendirirler. Bu gizli toplantı sonrasında, ilerleyişlerine bakılarak İzmir’i geri alması neredeyse kesin olarak görünen Türklerle ve başlarındaki Mustafa Kemal Paşa’yla bu durumu ve yurttaşlarının can güvenliğini müzakere etmek amacıyla gizli bir telgraf çekmeye karar verirler. İşte Afyonkarahisar’daki Genel Kurmay Karargâhı’na ulaşan ve gündemi birden bire değiştiren telgraf budur.

ad826x90

Mustafa Kemal Paşa, yıllar sonra o günü ve bu olayı Nutuk’ta “Bizzat bana verilen telsiz telgrafta da, İzmir’deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle müzakeratta bulunmak salâhiyetini verdiklerinden, hangi gün ve nerede mülâkat edebileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922’de Nif’te mülâkat edebileceğimizi bildirmiştim. Filhakika dediğim günde ben Nif’te bulundum. Fakat mülâkat isteyenler orada değildi.” diye anlatacaktır. Aynı olay, 1932-1933 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi olan Charles H. Sherrill’in dilimize “Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal” adıyla tercüme edilen anılarında yer almaktadır. Elçi aynen şunları yazıyor anılarında: “Türklerin Afyon’a başarılı taarruzlarından sonra İzmir’de bulunan yabancı konsoloslar, bundan sonraki durumun ne olacağını tespit etmek üzere, konferans toplanması için Mustafa Kemal’e müracaat etmişlerdi. Mustafa Kemal bu müracaata birkaç kelime ile cevap veriyor ve belli bir günde Nif kasabasında kendileriyle buluşacağını söylüyordu. Bu kasaba ric’at (geri dönüş) halindeki Yunan birliklerinin çok gerisinde, yine Yunan işgal bölgesindeydi. Bu yüzden Mustafa Kemal’in cevabı ‘saçma’ olarak vasıflandırılmıştı. Halbuki bu cevap, Mustafa Kemal’in planlarını ne kadar bilerek ve derin bir görüşle hazırladığının yeni bir deliliydi. Mustafa Kemal’in konsoloslara verdiği randevunun tarihi 9 Eylül’dü ve Türk orduları 9 Eylül’de Nif’i geri almışlardı.”

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Afyon’daki Karargâh’tan İzmir’deki yabancı elçilere bu “net” mesajı gönderdiği gün, Çalıkuşu romanını bitirir ve “çok beğendiğini” söyleyerek kitabı İsmet Paşa’ya okumasını önererek verir. O gün elçilerin istediği görüşmeye olumlu cevap nihayet verilmiş ve bir çift mavi göz, günlerce ve kilometrelerce önce “o gece” için Nif’e dikilmiştir bile…
Nif, 25 Mayıs 1919’dan başlayarak tam 3 yıl 3 ay 17 gün süren acı, kan, işkence ve gözyaşı dolu işgalden 8 Eylül 1922 Cuma günü, Fahrettin Paşa (Altay) komutasındaki Ordu Birlikleri’nin kahramanca mücadelesi sonucu kurtulur.

8 Eylül gecesini Salihli’de geçiren Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Genel Kurmay Heyeti, 9 Eylül sabahı Salihli’den yola çıkarak Ahmetli ve Turgutlu’ya ulaşır. O zamanki adı Kasaba olan Turgutlu, Parsa (Bağyurdu) ve Armutlu üzerinden, Türk Süvarisi önde Piyadesi arkada, 2 otomobil halinde Nif’e öğleden sonra ulaşılır.

“9 Eylül 1922, Öğle saatleri”
Nif-Armutlu yolunda, Mustafa Kemal’in sözlerinde dile getirdiği çok ilginç bir olay yaşanır. Heyet’te bulunan gazeteci Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) anılarında bu olayı, bir gazeteci gözlemciliğiyle olduğu gibi nakleder:“İzmir’e doğru yürürken Armutlu köyünden geçiyorduk. Köylüler askerlerimizin girişini seyrediyorlar, onlara kırık destilerle su taşıyorlar, yürekten minnetlerini anlatmak ihtiyacıyla paralanıyorlardı. Evleri yanmış ve dünyada üstlerindeki don gömleklerinden başka bir şeyleri kalmamış insanların ikram etme arzusuyla nasıl çırpındıklarını görseydi(niz).
Tam yanlarına vardığımız sırada, bir nakliye kolu geçmemize engel oldu. Yol tıkandığından otomobilimiz durdu. Atatürk sigarasını yakarken gözündeki güneş gözlüğünü kaldırmıştı. O sırada otomobilin yakınına sokulan sakallı bir ihtiyar, koynundan muşamba rengini almış buruşuk bir kağıt çıkardı. Önce kağıdı, sonra dikkatle Atatürk’ü süzdü. Yine kağıda, yine Atatürk’e baktı. Bu hareketi üçüncü defa tekrarladıktan sonra, şimdi hatırladıkça tüylerimi ürperten bir sesle, O’nun yüzüne karşı:
“Bu sensin!” diye adeta haykırdı. Ve arkasını dönerek, köylülere heyecan ile bağırdı:

ad826x90

“Mustafa Kemal… Ey ahali, koşun koşun gelin, bu O’dur… Mustafa Kemal bu… Kemalimiz geldi.”
Bu feryadı duyanların nasıl bir birine karıştığını tasavvur edemezsiniz.
Biz bütün gayretimize rağmen onların bir birini çiğneyerek otomobile dolmalarına engel olamadık. Çünkü bu köylüler, bilincin dışına taşmış bir sevgiden kuvvet alıyorlardı. Başkomutanın yüzünü, ellerini öpüyorlar(dı). Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, 1915 yılında bir gazetede yayınlanan, bir Alman ressamın elliyle çizilmiş resmini yıllarca koynunda taşıyacak kadar seven, değer veren ve geçişi sırasında tanıyan, otomobilinin önünü kesen kişi Armutlulu Eskicioğlu Mehmet Kemalettin Bey’dir.
Mustafa Kemal Paşa, Armutlu’daki bu beklenmeyen gelişmeden dolayı, gecikerek 9 Eylül günü, öğlen saatlerinde birlikte olduğu kişilerle Nif’e ulaşır. Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Feyzi (Çakmak) Paşa, İsmet (İnönü) Paşa, yaver Salih (Bozok) Bey, yazar-onbaşı Halide Edip (Adıvar) Hanım, Ruşen Eşref Bey, Mahmut (Soydan) o gece oradadır. Mağrur ve tedirgindirler. Zorlu bir yolculuğun son durağına gelmiş, ancak bir asker ve gözlemci tedirginliğiyle hâlâ şüphededirler. Az sonra ne olacağına ilişkin ciddî bir tereddüt ve korku, ister istemez hepsini sarmıştır. Gün kısalsa bile, önlerindeki uzun gecenin üzerlerine çöken tedirginliği vardır. Ama o gece, Nif’in yıldızının parladığı ikinci an’dır… Tüm dünyanın gözü yüzyıllar sonra yeniden Nif’tedir.

Muzaffer komutan sözünü tutmuş, söz verdiği gibi 9 Eylül günü Nif’e gelmiş, kendisine “Çok Gizli” koduyla telgraf çeken yabancı elçilerin verdikleri sözü tutmalarını beklemektedir.

“Nif’le akşam üzeri vasıl olmuştuk (kavuşmuştuk).” diyecektir Ruşen Eşref Bey. “Gazi Paşa burada İzmir’in kaç kilometre mesafede olduğunu sordu. Nif’te İzmir’den yirmi beş, otuz kilometre uzakta olduğumuzu söylediler. Başkumandan Paşa, civardan bir tepeden İzmir’i temaşa mümkün olup olmadığını sual etti. Belkahve denilen mahalden İzmir’in göründüğü cevabını verdiler. Bunun üzerine Gazi Paşa Hazretleri ile otomobile binerek Belkahve’ye gittik. İzmir’in üzerinde ecnebi gemisi duran körfezini görür görmez hepimiz birden gayri ihtiyari:

“-Deniz !” diye bağırmışız.
Hakikaten oradan İzmir’in körfezi Kadifekale ve diğer bazı mahalleler gayet iyi görünüyordu.

Güneş bir defa daha gurup ediyordu (ufukta

batıyordu) ki hatırası aziz Türkiyemiz üzerinde ebedi payidar olan bir manzarayı bizzat seyretmek saadetini tattık. Kadifekale’ye Türk bayrağı çekiliyordu. Güneş yavaş yavaş alçalmış, İzmir Körfezi’nin yeşil sularında erimişti. Hiçbirimiz Belkahve’den ayrılamıyorduk.” Şevket Süreyya Aydemir bu anları Tek Adam adlı eserinde tüm hedefin, vatanı sembolize eden adı olan şehre varıldığında “İzmir görünüyordu.” diye anlatacaktır:

“Artık yürüyüş hızı, otomobil sürati ölçüsü almıştı denebilir. Nif geçildi. Nihayet bir doruğun başına varıldı: Belkahve… İzmir görünüyordu… Evet, İzmir görünüyordu. İzmir görünmüştü. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla Fevzi Paşa ve İsmet Paşa otomobillerinden indiler. Karargâh kafilesi arkalarında çevrelendiler. Akdeniz, İzmir Körfezi, Kadifekale ve İzmir ayaklarının altına serilmişti. Körfez yabancı harp gemileriyle doluydu. Başkumandan, uzun uzun baktı ve: “- Bu şehre bir şey olsaydı, çok üzülürdüm.” diyebildi.

Paşalar, bir incir ağacının altındaydılar. Dürbünleri ellerinde, hemen hiç konuşmadan İzmir’i, denizi ve ufukları tarıyorlardı. Onlar o dakikalardaki duygularını, galiba isteseler kendileri de tasvir edemezlerdi.

İzmir’de neler olup bittiği bilinmiyordu. Ama Kadifekale’ye Türk bayrağı çekilmişti. Tam o sırada İzmir istikametinden iki tekerlekli bir İzmir yaylısı göründü… Arabacı koyu mavi efe dizlikli biriydi. Bir köylüden ziyade, şahlanmış bir cengâvere benzeyen tosun bir hali vardı. Kalabalığı görünce durakladı. Gazi sordu, geldiği yerlerde ne var ne yok ? diye. Arabacı, karşısındakinin kim olduğunu bilmiyordu. Daha o gün ve o saatte kimse, onun oralarda olduğunu sanmazdı. Arabacının cevabı kesindi: “-Ben İzmir’den geliyorum… Bizim süvari şehre taze girdi. Gideceğin varsa ne bekliyon? Yürüsene ağam!…” Uzaktan mavimsi bir sis ve akşam güneşinin hâreli pırıltıları içinde görünen İzmir, herhalde bir mahşer gibi kaynıyordu. Gelenler, gidenler, kaçanlar, göçenler, binler ve binlerce insan için neler getirdiği, neler sakladığı bilinmeyen bir akşamın ilk perdeleri yavaş yavaş şehrin üzerine iniyordu.

Belkahve’den İzmir’i uzun uzun seyrettikten sonra akşam hava kararırken Nif’e döndüler. Nif’te bir iki basamak merdivenle çıkılır, tek katlı bir eve indiler. Onun oraya ineceğini öğrenen birkaç kasaba kadını bu binaya koşmuşlardı. Ortalığı düzenlemeye çalışıyorlardı.” Gece inmişti. Nif’teki karargâh, gene her günkü hayatını yaşıyordu. İsmet Paşa her zamanki gibi dinç, hareketli ve işinin başındaydı. Müşir Fevzi Paşa, gerçi “bir Buda heykeli kadar” sessiz, fakat etrafına emniyet veren bir vakar içinde gene çalışıyordu. Büyük gaz lambalarının aydınlattığı kapısı açık bir odada Gazi Paşa, Mahmut Bey (Soydan), Halide Edip Hanım (Adıvar), Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) ve Salih Bey halı kaplı alçak sedirde oturmuşlardı.
Gazi’ye gelince, o bu akşam, her günkü havadan, galiba biraz bunalır gibi oldu. Ve bu gece kendini biraz da sıkan bu karargâh havası içinde isyan eden bakışlarla etrafını süzdü. Sonra maiyetine bağırdı:

“Yahu, İzmir’e girdiğimiz akşamdır bu… Bu kadar sessiz mi olacak? Haydi bari biz kendimiz şarkı söyleyelim…” Hep beraber çocuklar gibi şarkılar söylediler.
Kendi ilk şarkıya başladı:
“Yine bir Gülnihal
Aldı bu gönlümü
Sim ten gonca fem
Pek şirin pek güzel.”
Bilenler neşeyle katıldılar. Samsun’dan Havza’ya giderken yolda söyledikleri marşı hatırladılar:
“Dağ başını duman almış
Gümüş dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.”
Fevzi Paşa söylenen şarkıları bilmediği için katılamıyordu ama tempo tutarak neşeye ortak oluyordu. Binbaşı Seyfi (Akkoç) kapı aralığından işaret ederek Salih Bey’i (Bozok) dışarı çağırdı. Salih Bey on saniye sonra geri göndü. Yüzü öğle güneşi gibi parlıyordu. Oradakilere:
“-Bir öncü birliğimiz Bursa’ya girmiş.” diye seslendi.
Mahmut Bey (Soydan) bütün gür sesiyle bir şarkıya başladı:
“Bursa’nın ufak tefek taşları,
Hilal olmuş o yârimin kaşları…
Bir omuzdan bir omuza saçları.”
Hepsi yeni bir coşkuyla şarkıya katıldılar. Ve hep beraber çocuklar gibi şarkılar söylediler. Mustafa Kemal’in “bütün hayatımda sevinçle geçirdiğim bir gece vardır.” dediği geceydi, o gece… Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Nif’te “çocuklar gibi şarkılar söyledikleri” 9 Eylül 1922 Cumartesi günün gecesi; Nif’te ve “iki adım” ötedeki İzmir’de farklı farklı yaşanır. “İzmir’in içinde emniyet ve intizamın yerleşebilmesi için karargâhın birkaç gün Nif’te kalması gerekiyordu.” diyecektir Şevket Süreyya Aydemir, gerekçe olarak da: “Zaten İzmir tamamen kurtarılmış bile değildi. Güneyde ve hâlâ Yunan birlikleri vardı. İzmir henüz tekinsizdi.” Aynı uyarının Nurettin Paşa’dan çok önemlidir vurgusuyla Nif’teki Karargâh’a iletilmiş olduğunu Şevket Süreyya Tek Adam’da anlatır:

“Sokaklar, Kordonboyu, rıhtımlar hıncahınç insan kaynaşıyordu. Türkler, Rumlar, askerler, esirler ve hattâ daha esir edilmemiş, ne yapacaklarını şaşırıp sağa, sola seğirten solgun, bitkin Yunan kaçakları..! Deniz üstündeki kayıklarda, şatlarda, vasıtalarda gene insanlar kaynaşıyordu. Anadolu Rumlarının, ruhî dengelerini kaybetmiş olan erkek, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar binlerce ve binlerce kalıntıları, artık köklerinden kopmuşlardı. Kendilerini bir gemiye atabilmek, bir vapura sokulmak için, yığın yığın, salkım salkım, üst üste, ne bulurlarsa ona binmek, ona sığışmak için birbirlerini çiğniyorlardı. Fakat limanda onları taşıyacak gemileri de yoktu. Gerçi körfez harp gemileriyle doluydu. İngiliz zırhlıları, Fransız zırhlıları, İtalyan kruvazörleri, torpidolar, korvetler… Fakat ne var ki bunların teknelerine, zincirlerine, merdivenlerine sarılan Rumları bu eski müttefikler, sopalar, süngüler, tekmelerle denize itiyorlardı. Hele Yunanlılar İzmir’e çıkarken onların üstüne kanat geren, onları koruyan, İzmir’e, Dikili’ye, Ayvalık’a, Bandırma’ya çıkışlarını kolaylaştıran İngiliz harp gemilerine, şimdi hiçbir Rum, hiçbir Yunan askeri yanaştırılmıyordu.”

Mustafa Kemal o gece geç vakitte de olsa istirahate çekildi çünkü Rauf Bey’e telgrafında da söylediği gibi, yarın İzmir’de olacaklardı.

Karargâh, Nif ve Nifliler; ertesi günün pırıl pırıl bir sabahına erken uyanacaklarının sonsuz güveniyle aylar, yıllar sonra belki de ilk kez derin, sessiz, karanlık, huzurlu ama daha çok özgür bir gecede uyurlar.

ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

SON DERS ZİLİ ÇALDI

HIZLI YORUM YAP